11 Şubat 2010 Perşembe

İlk Adımlar













Ilık bir yaz akşamı Morgantown'daki evimizin verandasında otururken evlenme zamanımızın geldiğine karar verdik. Bir ilişkide en zor ve emek gerektiren kısmın evlilik kararına kadar geçen süreç olduğunu düşünenleriniz varsa, çok yanılıyorlar! Asıl dayanıklılık gerektiren bölüm bundan sonra başlıyor.

Erkekler için durum daha kolay olabilir ama bir kız evladın, hele ki tek çocuksa, yuvadan uçak istediğini ailesine usturuplu bir şekilde söylemesi oldukça uzun zaman alır. Doğru zamanı tutturamayan benim gibileri ise ufak kazalara, hatta hafif panik ataklara neden olabilir. Bu nedenle, tavsiyem, durum ne kadar el verişli de görünse evlenmek istediğinizi ailenize araba kullanırken değil, evde, mümkünse oturur pozisyonda söylemeniz. Babanız arabanın radyosunda oldukça dalga geçilesi bir şarkı çaldığında "bunu da düğününde çalarız artık, nasıl olsa herhalde bir gün evleneceksin" dediğinde, an bu andır deyip, "çalabiliriz, mesela gelecek ay için nikah tarihi alsam uygun olur mu?" cevabını vermeniz pek akıllıca olmayacaktır. Yine de tecrubeden yararlanmayıp denerseniz, ve aileniz kalp krizi geçirmeden kurtarırsanız, bir sürü sitem ve hayıflanma sizi bekliyor olacak.

Bu ani haberinize elbette ki sevinenler olacak, mesela aile büyükleri, hem kendi çocuklarından tecrubeli oldukları hem de hayatın beklenemeyecek kadar kısa olduğunu geç de olsa fark ettikleri için sizi ilk tebrik edenler ve bir an önce evlenmenizi temenni edenler olacaklardır.

TEKLİF, NAM-I DEĞER PROPOSAL

Hollywood'daki yaratıcı kişiler, romantik komedilerde mutlaka masalsı bir evlenme teklifi görülür. Bundan etkilenen biz kızlar, sevgilimizden özel bir günde kah lüks bir restoranda yemekten sonra, kah kırmızı güller ve keman sesleri eşliğinde (hatta havai fişek opsiyonunu da unutmayalım) romantik ve sürpriz bir evlenme teklifi bekleriz... bekleriz de bulabilir miyiz!

Bırakın romantiğini, herhangi bir şekilde teklif umudumu 17 Ekim 2009'da kaybetmiştim. Ah hayir aslinda bu doğru değil, sanirim en son Washington havaalaninda beni karşılamaya geldiğinde dizlerinin üstüne çöküp benimle evlenir misin demesini beklemiştim, (sonuçta aylarca uzaklarda yaşamıştı ve tek kişilik hayattan bıkmış olmalıydı, değil mi) evet diye haykırıp sarılacaktım ona ve havaalanındakiler alkışlayacaktı. Tabii ki öyle olmadı. Saolsun, beni cooşkuyla karşıladı o ayrı, ama teklif veya taştan eser yoktu. [Tam bunları yazarken Drew Barrymore'un Wishful Thinking filmi'nde erkek karakter, kiz arkadaşına "aa bak sürpriz bir kutu gelmiş" der, ve kız kutuyu hevesle açar, ve suratı düşer. Kutudan diş ipi çıkmıştır. Adam sevinçle haykırır, özel sipariş ettiğim diş ipi gelmiş! Kadın şoku atlatamayıp, benimle evlenmeyi hiç düşündün mü? der. İşte bu durum gerçekten böyle].

Havaalanı beklentisinin toz olup uçmasından 2-3 hafta sonra geldi evlenme kararı. Çünkü bir karardı, teklif değil. "Artık evlensek diyorum", e ben bunu 5 yıldır diyorum (sadece, içimden). Yine de buna şükrediyorum. Ve sonra bir daha konuşmuyoruz bu konuyu. Bazen acaba diyorum, duyduklarım doğru muydu, sorsam mı tekrar. Ama vaz geçiyorum, huylandırmamak lazım, ne olur ne olmaz.

Sonra uçağa atlayıp Istanbul'a dönüyorum. Yolda aklıma kendi başıma kutlama yapmak geliyor. Şampanya istiyorum, yanımdaki adam da aynısından istiyor ve hemen soruyor, neye kadeh kaldiriyoruz? Ve bana bir ton soru soruyor... kendi başıma kutlama bundan ibaret kalıyor.

Haftalar sonra Alper İstanbul'a dönüyor. Gezip tozuyoruz. Bir gün, güneşli, ılık bir kış günü, kahvaltıya Sarıyer'e gitmeye karar verdik. Hava muhteşem olduğu için börek almadan deniz kenarında oturup çay içmek istedik. Bu arada Alper'de bir tuhaflık var ama sebebini anlayamıyorum, konuşurken of pof yapıyor, hiç yapmaz.  5-10 dakika sonra ceketinin sol ust gozunden bişey çıkarmaya çalıştı, çıkarmaya çalıştığı şey ceketin gözüne zar zor sığmıştı, sonunda bordo bir kutu çıkardı ve "Benimle Evlenir Misin" dedi. Orijinal bir cevap vermiş olmayı isterdim ama "ay evet" ten öteye gidemedim. Sarıldık.

KIZ İSTEME!

Genellikle kız babaları, bir gün gelip de evlatlarının kendi yuvalarını kuracaklarını dileselerde, o gün gelince bunun çok da iyi bir fikir olmadığını düşünmekten kendilerini alamazlar. Damat adayı ya çok gençtir, ya istedikleri eğitim seviyesinde değildir, ya tipini beğenmezler, ya da türlü sebeplerden kulp takarlar. Tabii ki bütün bunları kötü niyetten yapmazlar, kızlarının evden ayrılacağını kabullenmek istemedikleri için bu süreyi uzatmaya çalışırlar. Talihsizlik bu ya, devir değişti. Çocukları evlenmeden haber veren anne babalar kendilerini şanslı saymalı.

Bizim maceramızda da, kız tarafı oldukça erken buldu evlilik kararını. Yedi yıldır tanıştığımız düşünülürse bu durumu kabullenmeleri için epey uzunca zamanları olmuştu oysa ki. Bu arada damat adayının Amerika'da olması dolayısıyla işler biraz daha yavaş gitti beklenenden. Neyse, amcalar ve yengeler yardımıyla babanın acısı ve stresi bir nebze azaltılarak zar zor bir tarih alınabildi, nişan için. 2 Ocak 2010...
Peki ya isteme ne olacaktı?

Nişan tarihi alınana kadar erkek tarafı tanışmak için akşam oturmasına gelmişti. Aslında istemeyi de aradan çıkarmak iyi olacaktı fakat kız evi naz evi diye boşuna dememişler. Kız babasının yüreğine indirmemek için özen gösterildi ve kız isteme de nişan öncesine bırakıldı.

Peki ya nişan için 4 gün kala, hem de yılbaşı kapıda, nasıl bir organizasyon yapılabilirdi? Nişan zaten ya evde olacaktı, ya da bir restoranda. Ev olursa catering hizmetinden yararlanılacaktı. Buna karar vermek için öncelikle akraba listesi çıkartıldı. Aileler kalabalık olunca eve sığmaya çalışmanın zor ve işkenceli olacağına karar verildi. Apar topar dışarıda bir mekan aranmaya başlandı. Şans eseri Ted Ankara kolejliler derneği lokali 2 Ocak için müsait bulundu ve hemen kapaatıldı.

Mekan ve yiyecek-içecek sorunu halledildikten sonra sıra geldi nişan şekerine. Evet, pek duyulmamış bir uygulama da olsa, gelen konuklara hatıra bir ufak hediye vermenin hoş olacağını düşündük ve hemen yola koyulduk. Maalesef, arabama her ay mutlaka tampondan çarpıldığı için nişan şekeri almaya giderken yolun yarısında bir de tutanak tutturmak ve en az 5 iş günü arabasız kalacağımı öğrenmek biraz canımı sıktı. Stres yaratan her olay için geçerli olduğu gibi, bu durumda da sevdiğiniz insanın sizi sakinleştiriyor olması ve genel olarak olayların olumlu yönünü görebilmesi hayati önem taşıyor. Olumlu, ılımlı ve hoş görülü bir sevgili kesinlikle insanın hayatını güzelleştirirken, tam tersi insanın ömrünü kısaltabilir. Ben çok şanslı azınlıktanım.

Nişan şekeri için Eminönü'ne gidiyoruz. Tıklım tıkış her yer. Yılbaşı öncesi herkes aceleyle hediye, süs ve erzak alma telaşında. Pek çok tabela görüyoruz "en kral" nikah şekerleri, "en kalıcı" kına sepetleri,... Hepsi birbirine benziyor, içimize sinmiyor. Artık şekerden geçtik, renk cümbüşünden karışan kafalarımız odaklanamıyor, gördüğümüz her dükkana giriyoruz merak içinde. O dükkan senin bu dükkan benim dolaşırken kendimizi eski bir hanın içinde, avludaki çeşmeye bakarken buluyoruz. Tam karşısında bir adam masaya oturmuş nikah şekeri yapıştırıyor. Yanına inip bakıyoruz, gözlerimize inanamıyoruz. gördüğümüz en sade, şık ve sevimli nikah şekeri süslemeleriyle dolu küçücük bir dükkan. Zeki sevgilim hemen soruyor, elinizde 50 tane hazır yapılmış bir model var mı? Çünkü modellerin hepsi birbirinden sevimli, ne olsa alacağız. Şansımıza pek güzel minik, sarı papatyalarla süslenmiş, lavanta kesecikleri hazırmış, arkalarına mıknatıs yapıştırmasını rica ediyoruz. Böylece davetlilerin buz dolaplarını süsleyebilecek sarı papatyalarımız. Bize bir koli içinde getiriyor dükkan sahibi, hediyelerimizi. Anneannemin yılbaşı için verdiği harçlık nişan hediyelerine dönüşüyor. Koliyi açıp saymıyoruz hediyeleri. Dükkan sahibinin eşi de koşarak geliyor, Ilgın... Alper... sizi çok sevdim, siz ne tatlı bir çiftsiniz... bizim de oğlumuz var, darısı başına diyor. Ablam veya kardeşim olup olmadığını soruyor ve tek çocuk olduğumu duyunca biraz üzülerek defalarca sarılıyor bize. Birbirinizi üzmeyin, kırmayın diyor.

Kolimizi alıp nazar boncuğu avına çıkıyoruz Tahtakale'de. Masalara serpiştirmek için ufak nazarlıklar arıyoruz fakat baktığımız yerlerde nazar boncuğu boyutunu tutturamıyoruz. Yorgunluk ve trafik durumunu düşünerek tamponu vuruk arabamıza koşuyoruz. Dönüş yolunda Beşiktaş'a sapmak yerine Mecidiyeköy trafiğine girme gafletinde bulunuyorum. 3 saatte Eminönü'nden Levent'e ulaşıyoruz. Tampon tampona trafikte daha fazla çarpılmadan kurtulduğuma şükrediyorum.

Ertesi gün önce pastayı sipariş ediyorum Venüs Pastanesi'ne, daha sonra elbise bakılacak, zor bir gün. Alper sabah annesiyle takımını alıyor. Benim ise 2 ayda 4. kez telefonum bozulduğu için, onlarla planlanandan geç buluşabiliyorum. Nişantaşı'nda birkaç butik geziyorum. Kabus, hem fiyatları hem modelleri tanımlamaya yetebilir sanırım. Bir bayan olarak alışverişe meyilli olduğum için bu denli çok mağaza gezip elim boş çıkmak oldukça moral bozucu. Aklıma gelen her yere bakıyorum, yok yok... Sade bir nişan elbisesi bulmak bu denli zor olmamlı. Max Mara'dan tutun Roberto Cavalli'ye, Zara'dan ufak butiklere kadar her türlü mağazayı deniyorum. Bu arada telefonum tamamen kararmadan son bir kere daha çalıyor, Alper'le buluşuyoruz. BCBG Max Azria'ya götürüyorum onu. Elbise denemeye başlıyorum. Uzun elbise istemediğim halde BCBG'nin kısa modellerini giymek cesaretin dışında meziyetler gerektiriyor. 5-6 elbise denedikten sonra ben altın rengi bir elbisede, Alper ve kayınvaldem mor elbisede karar kılıyorlar. Altın rengi elbisenin fermuar yerinde bir bombeleşme var, tuhaf duruyor. Satışı gerçekleştirmeye çalışan hanım yok efendim olur öyle elektriklenme diye geçiştirmeye çalışıyor ama kayınvaldem elbisenin bir bölgesinin başına bir iş geldiğini fark ediyor. Elbise bir daha ütüleniyor, nafile. Mor elbisenin ise göğüs dekoltesi beni düşündürüyor. İçime sinmiyor hiç biri.
Oradan çıkıp hemen aşağısındaki Beymen Blender'a giriyoruz. Adımımı atar atmaz hemen solda asılı mor elbiseyi görüp çığlığı basıyorum. 2 gün önce rüyamda gördüğüm elbisenin aynısı (sadece ben altın rengi hayal etmiştim!). Hemen atılıyorum denemek için. Tam da benim bedenim, nasıl uyuyor bedenime. Elim etiketine gidiyor ve dona kalıyorum. Gümüş harflerle D&G yazıyor, fiyatını siz tahmin edin! Ümitsizce soruyorum satış danışmanına, indirime girme olasılığı nedir?
Şansıma ertesi gün bazı ürünler indirime giriyormuş, fakat hangi ürünlerin gireceği belli değilmiş. Rica ediyorum, bir gün bana ayırıyorlar mor elbisemi. Gece bütün kalbimle diliyorum elbisem yıldızlı ürünlere dahil olsun diye, ne de olsa ben Alper'i bulacak kadar şanslı bir teraziyim.
Tabii heyecandan uyuyamıyorum. Sabah zar zor 10'a kadar sabredip mağazayı arıyorum. Maalesef ürünümüz indirime girmedi hanımefendi diyor telefondaki ses. Azad ediyorum elbisemi. Ama etraftaki herkese de anlatıyorum, rüyalarımın elbisesini çat diye buldum diye. Birinin elbisemi alıp evime postalamasını hayal ediyorum. Lütfen, neden olmasın? Filmlerde hep karşılaştığımız şey...
Ama olmuyor, kimse elbisemi almıyor. Yılbaşından bir gün önce apar topar küçücük bir mağazadan alıyoruz petrol mavisi uzun bir elbise. Yalnız elbise çok uzun geliyor bana, topuklarla bile. Terziye koşuyoruz, Nuri abi ne olur yetiştir elbisemi 2 Ocak'a, yarın elbiseyle giyeceğin ayakkabıyı alır gelirsin diyor, boy alırız. Başları da o kadar kalabalık ki üzülüyorum acele iş getirdiğim için. Annem daha sonra akıl ediyor, koş topuklu bir ayakkabı al Park Bravo'dan ve hemen ölçüsü alınsın elbisenin yoksa yetişmez diyor. Tesadüf o ki, ne Park bravo'da Ne Nine West'te ne Elle'de topuklu ayakkabı bulamıyorum ayağıma uyan. Yılbaşı öncesi her şey kapışılıyor Nişantaşı'nda. 5-6 mağazaya koşturuyorum, yok. Sonra geri Park Bravo'ya dönüyorum, neden bilmiyorum. İçeri adımımı atar atmaz, hanımefendi diyor bir satış danışmanı, arkanızdan bağırdım ama duymadınız, size 39 numara abiye ayakkabı buldum depodan. çocuklar gibi seviniyorum, ağlamama ramak kalmışken. Ayakkabıları kapıp terizye koşuyorum, saat akşam 6. Terzide bir düzine bayan, bağırış çağrış elbiselerini kapmaya çalışıyor. Ben de yaklaşık 45 dk bekledikten sonra ölçüm alınıyor ve elbiseyi de bırakıp kendimi dışarı atıyorum. Yılbaşı ertesi herkes tatil, nasıl yetişecek elbisem 2 ocağa bilemiyorum ama ellerinden geleni yapacaklarına eminim. Nişan ayakkabımı 2 ay önceden almıştım zaten, taşlı bir Nine West, önü açık metalik simli. Gerçi bir seçenek de o gün alıverdiğim ayakkabıları giymek. Neyse elbise yetişirse ayakkabının sorun olmayacağını bilmek güzel.

Büyük amcamın 60. yaş dönümünü de kutlamak için toplanıyoruz yılbaşında. Amcamlar, yengemler Alper'le tanışmak istiyorlar, o da kırmayıp bizimle geçiriyor yeni yılı. Yılbaşı çok güzel geçiyor. Alper'le hep çok rahat ve mutluyum zaten. Beni o kadar çok güldürüyor ki, şuh kahkahalar atıyorum yanında.

1 Ocak heyecanlı geçiyor. Masa süsü almayı unuttuğumu fark ediyorum. Öğlen Maslak Mudo'ya yetişiyorum. Yılbaşı temalı, şahane mumluklar, boncuklar, kuru çiçekler var. Koca bir sepeti dolduruyorum kozalaklı mumluklar, kadife çiçekler ve gümüş boncuklu dallarla.

2 Ocak gelip çatıyor. Aylar önceki kabusumdaki kadar korkunç görünmediğime şükrediyorum. Annemle kuaföre gidiyoruz. 2 yıldır saçımı kendim kestiğim için kuaförden azar işitmeyi beklerken Bayram abinin neredeyse gel benimle çalış, yeteneğinden faydalanalım demediği kalıyor. Yine de kırpılmaktan kurtulamıyorum. Bana teşekkür edeceksin, bu saç kesimini neden daha önce kullanmamışım diyeceksin diyor Bayram abi, kendinden emin. Ben de pişman olacağımdan eminim! Kesim bittikten sonra çok tarz olduğunu düşünen bir delikanlı elbisemin tipini soruyor. Sonra da hazırlıklı gelmiş olduğum halde (istediğim saç kesiminin fotoğrafını basıp getirmiş olmama rağmen) beni dinlemeyip "bayılacaksın", "yemeğin en havalı kızı olacaksın" nidalarıyla bir saç yapıyor. Yüzümdeki dehşet ifadesini gören Bayram abi koşuyor, "sen şimdi abartılı saçlara alışık değilsin ya, garip gelmiştir" diyor ve ekliyor, "o senin istediğin saç modelleri bu yağmurda yarım saat bile dayanmaz". .yapacak birşey yok, çok şükür beni her türlü cadaloz saç modeliyle seven bir adam var, benim kendimi sevemediğim günlerde bile. Annemin saçı da yapılıyor hemen yanımda, bakıyorum moralim düzeliyor. İleride anneme benzersem ne kadar şanslı olacağımı düşünüyorum.

Kuaförden terziye koşuyoruz. Şükürler olsun ki yetiştirmişler. Hemen eve dönüyoruz. Saçım at kuyruğu olduğu için her ne kadar istesem de şöyle iki seksen uzanamıyorum. Müzik işini de halletmem lazım. Yemek sırasında çalmak için CD hazırlıyorum. Annem, anneannemin saçını ve makyajını yapıyor. Yardımını isteyip istemediğimi soruyor, herşey kontrol altında diyorum. Elbisemi giyip makyajımı yapıyorum. Saçlarım kaabus gibi, kendimden ürküyorum. Gerçekten fikrini söyleyecek adam da yok ki etrafta, herkes çok güzel olmuş, çok yakışmış diyor klasik.

Lokal eve çok yakın olduğu için amcamları önce eve çağırıyoruz, oradan hep beraber gideceğiz. Bu arada Fındık efendi de etrafta deli gibi koşturuyor. Misafirler gelmeden birkaç fotoğraf çekiveriyoruz, ayaklarımızda peluş terliklerle. Derken kapı çalınıyor, amcamlar geliyor. Herkes birbirinden şık. Onlar daha oturmadan Alper'ler geliyor. Çiçeklerim tabii ki muhteşem, kırmızı güller.

Günün sürprizi, kız isteme... Kayınpeder babamı fena gafil avlıyor ve "allahın emri peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz" diyor. Babam da "gençler anlaşmış, allah mutluluk versin" diyor. Ben içimden mutluluk ve akıl fikir versin diye ekliyorum. Bu arada uzun elbisemin altında peluş terliklerim var çünkü ayakkabılarıma giymeye fırsatım olmadı herkes aynı anda gelince.

Kahve hazırlamaya benim arkamdan Ayşe yengem ve Aslı geliyor. Zaten açık mutfak olduğu için hiç de uzak kalmamış oluyoruz içerideki muhabbete. Herkes gayet samimi ve kaynaşmış durumda. Bu arada Alper'e nasıl bir güzellik yapsak, kahvesine tuz atsak mı atmasak mı düşünürken, Aslı kahveye bolca kırmızı biber dökmeyi öneriyor. Sonuçta hiç birini uygulamaya gönlüm el vermiyor ve sevimli sevgilime sade türk kahvesi götürüyorum. Gelen çikolatayı da tutmak adettenmiş hanımlar, unutmayın!
Biraz daha fotoğraf çektirip lokale gidiyoruz.















2 yorum:

  1. Sevgili İlgin'cim,

    Cok cok icten, samimiyetle, esprili kisiligini yansitacak sekilde yazmissin. Zevkle okudum. İnsan devami da gelsin istiyor :) Yolunuz acik olsun. Simdiden size sonsuz mutluluklar diliyorum.
    cok optum,

    yasemin

    YanıtlaSil
  2. Çoook teşekkür ederim Yasemin'ciğim. Daha iyileri başına =) Öpücükler

    YanıtlaSil

Bu blogu kimler izliyo