Hikayemi, anketlerle bağlamanın sırası geldi. Öncelikle, oy kullanan herkese çok teşekkür ederim. Ve evet, düğün öncesinde son bir anketim daha var!
Benim için önem sıralamasında, ipi iç/dış mekan savaşları göğüslüyor. Ve gönlüm tabii ki dıştan yana, ben bir dış mekan insanıyım! Mekan tutulduktan sonra da işletmeciyle konuşmaya gittiğimizde, adam bize hiç bir konuda açık bir bilgi vermeyip, düğünden 10 gün önce size sunum yapacağım, herşeyi göreceksiniz gibi bir tavır takınmıştı. Ben en azından sunuma kadar (ancak meteoroloji tahmini çıkıyor), iç/dış mekanı seçebilme hakkı talep etmiştim. 3 gün önceden bile söylesen olur, riski sen alıyorsun cevabıyla rahatlamıştım. Burada, pek çok kişinin anlamakta zorluk çektiği şey, ve üst cümledeki en önemli kelime BEN idi. Evlenen bendim, ve kaprissiz/düşük masraflı bir organizasyon için son güne kadar Spa'ya gitmek yerine, her türlü satın alma/yapım/imalat alanında görev alan bendim.
12 Mayıs'ta sunuma gittik. Annem, Alper'in annesi ve benim yüzüme "açık/kapalı mekan seçimini sunum günü konuşuruz, bana iki türlü hava hoş" diyen işletmeci, "ay kulaklarıma inanamıyorum, benim 28 Mayıs'ta dış alanda davetim var, sizin düğün gecesi dış mekanda iskeleler, boya badana olacak, bana bu kadar da geç haber verilmez kiiiiii" demesin mi? Sanırım kendimi kaybettim. Adamın parayı aldıktan sonra hayallerimi yıkmak suretiyle yüzüme yalan söylemesine mi yanayım, benden başka kimsenin adamın bu MEGA yalanını sallamamış olmasına mı yanayım bilemedim.
Diyeceğim şudur ki, benden sonra böyle bir organizasyona (ki bu organizasyon erkek tarafının olduğu için, işler çoook daha farklı yol alıyor) dahil olacak kızlarımız, HAYAL ETMESİN (boşuna)! Adamı çok seviyosanız bırakın ne yaparlarsa yapsınlar, zaten bırakmasanız da kendinizi harap ettiğinizle kalıyor.
Mekan meselesi böyle olunca, sıra geldi süslemelere. Anladığım kadarıyla, evlenmek isteyenleri ayakta soyup soğana çevirmek için her mekan bir organizatörle anlaşmış durumda. Organizatör gelip size bir kaç albüm fotoğraf gösteriyor. Genelde tüm düzenler birbirinin aynısı, sadece renkler değişik. Asabi görünen organizatör kadın hararetle anlatmaya başlıyor, "girişe 7 şamdan koyarım, kapıyı balonlarla süslerim, masa üzerlerine kesme çiçek ve şamdan koyarım, sandalye arkalarına çiçek takarım, kumaş peçete eklerim, anı defteri için kürsü süslerim, nikah masasına swarovski taşlardan masa örtüsü sererim, nikah masasının yanlarına volkan dikerim, kafanıza konfeti atarım." Eh teyze, girişe şamdan koysan ne fayda, zaten şıkır şıkır balo salonu, spot ışığından bayılmayanı ayaklı şamdanla eritelim diyorsun? Ayrıca 7 şamdanlık yürüyecek yer bile yok, bi gelinliğim tutuşsun, ben sana gösteririm!
Kapıyı balonla süslemek? Sünnet düğünü mü bu? Ya da istersen, olmuşken yeşil/beyaz olsun balonlar da Bursa Spor un Şampiyonluğunu kutlayalım!
Kesme çiçek ve şamdana gelince, öncelikle şu şamdan işine acaip gıcığım oldum olası. Çok ağır ve rüküş gelir, ve genelde görüş açınızı bloklamaktan başka faydası olmaz. Tepeden bakmadıkça, ışığını zor görürsünüz ki dediğim gibi tepede yaklaşık 20 tane acaip avize var. Kesme çiçeğe de gelince, bir gece ertesi çöp. Yağmur ormanları tükenmesin, Go Green people!
Sandalyeleri zaten giydiriyorlar. Bir onun rengini sordu, saolsun! dehşet renkler arasından en sadesinin gümüş olduğuna karar verdim. Giydirilen sandalyenin, arkasındaki fiyonga çiçek takmak? Dahiyane, gitti bir tarla dolusu çiçek daha çöpe.
Kumaş peçeteyi mekan vermiyor mu? Mekan seçerken sorulması gereken birşey daha! Dikkatlice not alın hanımlar.
Anı defterine, ki kaç kişi yazacak hep beraber göreceğiz, kürsüyü mekan veriyor zaten, süsü eksik kalsın.
Nikah masamda swarovski taş olmasın, ondan boynuma kolye yapıyorsan işte onu alırım.
İç mekanda volkan? Hiç gerek yok. Bu yıl yeterince patlama gördük zaten.
Kafama da konfeti atılmasından hiç hoşlanmam, hele ki gelin saçı yapılmışsa!
Çok mu tepki veriyorum? Yoksa bu kadar gereksiz kalemin bir arada toplanması güzel yurdum için beklendik birşey mi?
Benimle Evlenir Misin
18 Mayıs 2010 Salı
5 Mayıs 2010 Çarşamba
Gelinlik
"Gelinlik Vakko'dan alınır" dedi büyük yengem. Zaten ailecek bir tek düğün görmüşlüğümüz var, o da büyük yengemin kızı (ki ben amerikada olduğum için katılamamıştım). Onun için ailede düğün dernek tecrubesi olan tek kişi İclal yengem. Dinlemek lazım elbette. Dinlemek ve mümkünse daha çok soru sormak. Ni tekim, ben, her zamanki gibi bu işler nasıl oluyor diye tanıdığım insanlara sormaktansa bodoslama Nişantaşı Vakko'yu arayıp "istediğimiz zaman gelip gelinlik deneyebiliyor muyuz?" demeyi tercih ettim. "Aaaa siz şimdi hiç gelinlik denemediniz herhalde, zaten bizde gelinlik de yok. Ben sizi Vakko Wedding'e bağlıyorum, hatta kalın" demekle yetindi karşıdaki ses.
Sevgili bayanlar, bilmeyenin gelinlik deneme kitapçığını sunmaktan gurur duyarım:
Gelinlik denemeye öyle el kol sallanarak gidilmiyormuş. Yani benim kadar safsanız, sabah uyandığınızda, e bugün başka işim yok, bari gidip bikaç gelinlik deneyeyim eğlence olsun diye iç geçirebilirsiniz. Boşuna butiklere zahmet etmeyin. Önce randevu almanız gerekiyor, gelinlik denemek için. Ah hatta, eğer şansınıza gelinlik deneme çılgınlığı sezonunu tutturursanız öncelikle aradığınız mağazanın telefonunu düşürebilmek için birkaç gün telefon elinizde yatıp kalkmanız gerekebilir. Hattı düşürdünüz diyelim, "aa ben yarın geleyim diye düşünmüştüm", yok öyle yağma. En yakın randevuyu 7-10 güne alabilirsiniz. Önemli not: elinizi verip kolunuzu kaptırıyorsunuz. Randevu alırken telefonda "benim işim 15 dakika, 2-3 model deneyip çıkıcam" deme gafletinde bulunursanız, karşınızdakini eğlendirmekten öteye gidemeyebilirsiniz. Randevular 2 saatlik veriliyormuş!
Vakko Wedding Akaretler'e keyifle gidiyorum gelinlik denemeye niyet ettikten 15 gün sonra. İstediğim elbisenin modelini bilmenin hafifliğiyle çıkıyorum Arnavut kaldırımından. Mağazaya girdikten sonra, kırmızı halı serilmiş, taş binanın 2. katına çıkıyoruz. Sıra sıra dizilmiş elbiselere bir bakın beğendiklerinizi deneyelim diyor benimle ilgilenen hanım. İlk defa fonsüz saçlarıma ve converselerime bakıp "senin Vakko Wedding'de ne işin var be kızcağızım" muamelesi görmüyorum. Göğsümü gere gere nokta atışı yapıyor, ve alacağım elbiseyi işaret ediyorum, tam aklımdaki 25-29 yaş, sportif gelin adayına uygun model işte orada. "Hanımefendi, birkaç model daha denemenizi tavsiye ederim". E 15 gün beklemişim randevu almak için, sizi mi kıracağım! Denerim, bana hava hoş, göbeğim boş =) ( Bakınız Ben& Jerry's göbeğim erimiş).
Teknik gelinlik detayları:
Ana olarak 3 tip gelinlik var:
- Straplez, sade, saten
- Kalın askılı, tüllü, güllü
- Gelinlikten çok yaz elbisesi tarzında hafif, şifon, yine kalın askılı
Bu tiplerden, ilkinin de mermaid (deniz kızı) denen kadının kalçalısı, yemeğin salçalısı diyen damat adaylarına uygun tipi ile pamuk prenseslere layık kabarık etekli, kuyruklu tipi (ki bu modeli tercih edenlerin 1 adet sandalyeye sığması kolay olmayabilir) mevcut. Deniz kızı modelinde ise daralmanın bacağın neresinden başladığına dikkat edilmeli, zira dize denk geliyorsa adım atmakta ve sonuç olaarak halay çekmekte zorlanabilirsiniz.
Gelinlik seçiminde düğün mekanı, mevsimi ve ailelerin karakteri akılda bulundurulmalıdır. Mesela bir kır düğününe, şifon, sade bir elbise giyilse daha hoş ve çimen lekesi minimal olabilir. Daha gösterişli modeller ise salon düğününde giyilebilir. Devamli eğilip, doğrulacağınız ve dans edeceginiz düşünülürse derin dekolte veya sıkı kumaşlar riskli olabilir. Ilgın demişti dersiniz!
Ben de yukarıda bahsettiğim tiplerin hepsinden birer tane denedim. Sonra da yüzsüzce Vera'yı sordum. Yine Converse'lerime aldırış etmeyen satış danışmanı "ah designerlar üst katta" diyerek beni çatı katına çıkardı. Cansız olmalarına rağmen tasarımcı elbiseleri, manzaralı ve havalı penthouse da ikamet etmekteydi. Oscar'lar, Vera'lar, Valentino'lar. Kapıverdim 2 tane penthouse sakinini.
Sonuç: Vera'cığım bana büyük geldi! Güzeldi, ama beklediğim kadar da değişik değildi. Valentino ise bilmem, onu sanırım beğenmedim bile, sanırım yaşça daha büyük bir gelini penthouse manzarasında beklemeye devam edecekti.
Gelinlik siparişi:
Pronovias, Vakko Couture gibi markalar için siparişten 3 ay sonra geliyor, bedeninize uygun gelinlik.
Sevgili tasarımcılar ise ancak 6 aya varıyor yurdumuza.
Ah ayrıca her Vakko Wedding mağazasında aynı modeller yok. Mesela sonradan tesadüfen gittiğim İstinye Park mağazasında göz yaşlarına boğuldum ama siparişimi vermiştim bile. Bakalım gelinlik düğüne yetişip teşrifiyle özellikle beni şereflendirebilecek mi?
Sevgili bayanlar, bilmeyenin gelinlik deneme kitapçığını sunmaktan gurur duyarım:
Gelinlik denemeye öyle el kol sallanarak gidilmiyormuş. Yani benim kadar safsanız, sabah uyandığınızda, e bugün başka işim yok, bari gidip bikaç gelinlik deneyeyim eğlence olsun diye iç geçirebilirsiniz. Boşuna butiklere zahmet etmeyin. Önce randevu almanız gerekiyor, gelinlik denemek için. Ah hatta, eğer şansınıza gelinlik deneme çılgınlığı sezonunu tutturursanız öncelikle aradığınız mağazanın telefonunu düşürebilmek için birkaç gün telefon elinizde yatıp kalkmanız gerekebilir. Hattı düşürdünüz diyelim, "aa ben yarın geleyim diye düşünmüştüm", yok öyle yağma. En yakın randevuyu 7-10 güne alabilirsiniz. Önemli not: elinizi verip kolunuzu kaptırıyorsunuz. Randevu alırken telefonda "benim işim 15 dakika, 2-3 model deneyip çıkıcam" deme gafletinde bulunursanız, karşınızdakini eğlendirmekten öteye gidemeyebilirsiniz. Randevular 2 saatlik veriliyormuş!
Vakko Wedding Akaretler'e keyifle gidiyorum gelinlik denemeye niyet ettikten 15 gün sonra. İstediğim elbisenin modelini bilmenin hafifliğiyle çıkıyorum Arnavut kaldırımından. Mağazaya girdikten sonra, kırmızı halı serilmiş, taş binanın 2. katına çıkıyoruz. Sıra sıra dizilmiş elbiselere bir bakın beğendiklerinizi deneyelim diyor benimle ilgilenen hanım. İlk defa fonsüz saçlarıma ve converselerime bakıp "senin Vakko Wedding'de ne işin var be kızcağızım" muamelesi görmüyorum. Göğsümü gere gere nokta atışı yapıyor, ve alacağım elbiseyi işaret ediyorum, tam aklımdaki 25-29 yaş, sportif gelin adayına uygun model işte orada. "Hanımefendi, birkaç model daha denemenizi tavsiye ederim". E 15 gün beklemişim randevu almak için, sizi mi kıracağım! Denerim, bana hava hoş, göbeğim boş =) ( Bakınız Ben& Jerry's göbeğim erimiş).
Teknik gelinlik detayları:
Ana olarak 3 tip gelinlik var:
- Straplez, sade, saten
- Kalın askılı, tüllü, güllü
- Gelinlikten çok yaz elbisesi tarzında hafif, şifon, yine kalın askılı
Bu tiplerden, ilkinin de mermaid (deniz kızı) denen kadının kalçalısı, yemeğin salçalısı diyen damat adaylarına uygun tipi ile pamuk prenseslere layık kabarık etekli, kuyruklu tipi (ki bu modeli tercih edenlerin 1 adet sandalyeye sığması kolay olmayabilir) mevcut. Deniz kızı modelinde ise daralmanın bacağın neresinden başladığına dikkat edilmeli, zira dize denk geliyorsa adım atmakta ve sonuç olaarak halay çekmekte zorlanabilirsiniz.
Gelinlik seçiminde düğün mekanı, mevsimi ve ailelerin karakteri akılda bulundurulmalıdır. Mesela bir kır düğününe, şifon, sade bir elbise giyilse daha hoş ve çimen lekesi minimal olabilir. Daha gösterişli modeller ise salon düğününde giyilebilir. Devamli eğilip, doğrulacağınız ve dans edeceginiz düşünülürse derin dekolte veya sıkı kumaşlar riskli olabilir. Ilgın demişti dersiniz!
Ben de yukarıda bahsettiğim tiplerin hepsinden birer tane denedim. Sonra da yüzsüzce Vera'yı sordum. Yine Converse'lerime aldırış etmeyen satış danışmanı "ah designerlar üst katta" diyerek beni çatı katına çıkardı. Cansız olmalarına rağmen tasarımcı elbiseleri, manzaralı ve havalı penthouse da ikamet etmekteydi. Oscar'lar, Vera'lar, Valentino'lar. Kapıverdim 2 tane penthouse sakinini.
Sonuç: Vera'cığım bana büyük geldi! Güzeldi, ama beklediğim kadar da değişik değildi. Valentino ise bilmem, onu sanırım beğenmedim bile, sanırım yaşça daha büyük bir gelini penthouse manzarasında beklemeye devam edecekti.
Gelinlik siparişi:
Pronovias, Vakko Couture gibi markalar için siparişten 3 ay sonra geliyor, bedeninize uygun gelinlik.
Sevgili tasarımcılar ise ancak 6 aya varıyor yurdumuza.
Ah ayrıca her Vakko Wedding mağazasında aynı modeller yok. Mesela sonradan tesadüfen gittiğim İstinye Park mağazasında göz yaşlarına boğuldum ama siparişimi vermiştim bile. Bakalım gelinlik düğüne yetişip teşrifiyle özellikle beni şereflendirebilecek mi?
20 Nisan 2010 Salı
Evlilik Stresi
Hep duyduğumuz şeydir, "evlilik öncesi stres". Çok stresli olur derler düğün hazırlıkları. Pek çok kalem içeren büyük bir organizasyon olduğu doğru fakat sonuçta sevdiklerimiz, eş, dost ve arkadaşlara eğlence düzenlemek neden bu denli stresli olsun ki?
Öncelikle kimse size al evladım 10-20 milyar (her ne ise), oh paşa gönlün nerede kaç kişilik bir düğün yapmak istiyorsan yap demiyor elbette. O gelin dergilerinde, eğer hiç imrenek baktıysanız görmüşsünüzdür, örnek verilen düğünlerde gelin ve damadın yaşı genellikle büyük oluyor, ya da en azından damat epey kuvvetli bir aileden geliyor. Tabii ailenin kuvvetiyle ilgili de olmayabilir her zaman, ne kadar para saçmak istediğinize bakar. Sonuçta bu topluca yenen bir yemek ve üzerine atılan göbeği içerir, ve bütçenize göre misafirlerinize altın kaplanmış pasta da ikram edebilirsiniz (dalga geçmiyorum, 1000$ mış http://www.delafee.com.tr/newsdetails.aspx?news=15), normal krema kaplı pasta da ikram edebilirsiniz. Gönül değil cep genişliğine bakar. Hatta daha doğrusu para kazanabilme kolaylığına. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur: Meyveli pasta da servis edilse, (altın kaplama pasta diyemeyeceğim çünkü herhalde o büyük bir etki yaratır ve uzun süre olumlu/olumsuz yorumlara maruz kalırdı), karışık meyve tabağı da, o özel gününüzün detaylarını sadece siz ve muhtemelen aileniz hatırlayacak. Siz de evliliğiniz kötü giderse hatırlamamayı bile seçebilirsiniz!
Stres mevzuuna geri dönersek, bunun tamamen çevresel faktörlerden kaynaklandığını düşünmekteyim. Elbette kişinin hassaslık katsayısına göre değişik yıkım seviyelerine ulaşabilir düğün organizasyonu. Yine de ne kadar vurdum duymaz, rahat biri de olsanız, birden fazla akraba veya fikir beyan eden yetişkin içeren, hem de finansmanı size ait olmayan, bir yemek düzenlemek gerginlik yaratır. Herkesin istediği, kafasındaki farklıdır ve kimse size, filmlerde olduğu gibi, "sky is the limit", sen ne dilersen dile demiyor. Tabii ki niyet iyi, ama sırf iyi niyetle hayaller gerçekleşmiyor.
100 yıllardır adı evlilik stresi olarak geçen efsaneyi çözmüş bulunuyorum. Bunun damat adayıyla, ev kurmayla, yeni bir hayata başlamayla ilgisi alakası yok. Tamamen birden fazla akrabanın 3-4 saatlik nikah töreninde yemeği orada/burada yemek için ettiği fikir beyanlarının doz aşımına uğraması ve kafanızı arı kovanına sokmuş gibi bir uğultu bulutuyla yaşamanıza neden olmasıyla ilgili. Ne olursa olsun strese girmek çok gereksiz. Olan size oluyor, türlü döküntüler, ter basmaları geçiriyorsunuz. Ve geçirdiğinizle de kalıyorsunuz. Değişen bir şey olmuyor. Akrabalar, "olur evladım, düğün stresi işte" deyip vır vır etmeye devam ediyorlar. Siz siz olun, elinizden şampanya-çileğinizi eksik etmeyin.
Öncelikle kimse size al evladım 10-20 milyar (her ne ise), oh paşa gönlün nerede kaç kişilik bir düğün yapmak istiyorsan yap demiyor elbette. O gelin dergilerinde, eğer hiç imrenek baktıysanız görmüşsünüzdür, örnek verilen düğünlerde gelin ve damadın yaşı genellikle büyük oluyor, ya da en azından damat epey kuvvetli bir aileden geliyor. Tabii ailenin kuvvetiyle ilgili de olmayabilir her zaman, ne kadar para saçmak istediğinize bakar. Sonuçta bu topluca yenen bir yemek ve üzerine atılan göbeği içerir, ve bütçenize göre misafirlerinize altın kaplanmış pasta da ikram edebilirsiniz (dalga geçmiyorum, 1000$ mış http://www.delafee.com.tr/newsdetails.aspx?news=15), normal krema kaplı pasta da ikram edebilirsiniz. Gönül değil cep genişliğine bakar. Hatta daha doğrusu para kazanabilme kolaylığına. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur: Meyveli pasta da servis edilse, (altın kaplama pasta diyemeyeceğim çünkü herhalde o büyük bir etki yaratır ve uzun süre olumlu/olumsuz yorumlara maruz kalırdı), karışık meyve tabağı da, o özel gününüzün detaylarını sadece siz ve muhtemelen aileniz hatırlayacak. Siz de evliliğiniz kötü giderse hatırlamamayı bile seçebilirsiniz!
Stres mevzuuna geri dönersek, bunun tamamen çevresel faktörlerden kaynaklandığını düşünmekteyim. Elbette kişinin hassaslık katsayısına göre değişik yıkım seviyelerine ulaşabilir düğün organizasyonu. Yine de ne kadar vurdum duymaz, rahat biri de olsanız, birden fazla akraba veya fikir beyan eden yetişkin içeren, hem de finansmanı size ait olmayan, bir yemek düzenlemek gerginlik yaratır. Herkesin istediği, kafasındaki farklıdır ve kimse size, filmlerde olduğu gibi, "sky is the limit", sen ne dilersen dile demiyor. Tabii ki niyet iyi, ama sırf iyi niyetle hayaller gerçekleşmiyor.
100 yıllardır adı evlilik stresi olarak geçen efsaneyi çözmüş bulunuyorum. Bunun damat adayıyla, ev kurmayla, yeni bir hayata başlamayla ilgisi alakası yok. Tamamen birden fazla akrabanın 3-4 saatlik nikah töreninde yemeği orada/burada yemek için ettiği fikir beyanlarının doz aşımına uğraması ve kafanızı arı kovanına sokmuş gibi bir uğultu bulutuyla yaşamanıza neden olmasıyla ilgili. Ne olursa olsun strese girmek çok gereksiz. Olan size oluyor, türlü döküntüler, ter basmaları geçiriyorsunuz. Ve geçirdiğinizle de kalıyorsunuz. Değişen bir şey olmuyor. Akrabalar, "olur evladım, düğün stresi işte" deyip vır vır etmeye devam ediyorlar. Siz siz olun, elinizden şampanya-çileğinizi eksik etmeyin.
3 Nisan 2010 Cumartesi
Düğüne Doğru
Nişan Sonrası Notlar:
Nişan'dan sonra kas ve kemiklerimin ağrısının geçmesi 2-3 günü aldı. Bu noktada altını çizmek isterim ki, akrabalarınız her ne kadar "normal anlarda" klasik müzik dinleyip, sakin insan görüntüsü veriyor olsalar da, nişandı, düğündü gibi coşkunun arttığı sosyal olaylarda "kurtları dökmek" adı altında çılgınca göbek atabiliyorlar. Ve tüm samimiyetimle şunu gördüm ki, çok dalga geçilen "piyanist şantör", şık giyinilen ve kutlama içeren organizasyonların olmazsa olmazı!
Nişan'dan sonra kas ve kemiklerimin ağrısının geçmesi 2-3 günü aldı. Bu noktada altını çizmek isterim ki, akrabalarınız her ne kadar "normal anlarda" klasik müzik dinleyip, sakin insan görüntüsü veriyor olsalar da, nişandı, düğündü gibi coşkunun arttığı sosyal olaylarda "kurtları dökmek" adı altında çılgınca göbek atabiliyorlar. Ve tüm samimiyetimle şunu gördüm ki, çok dalga geçilen "piyanist şantör", şık giyinilen ve kutlama içeren organizasyonların olmazsa olmazı!
2000'li yillardan itibaren sadece bir tane düğüne gitmiş biri olarak "oynak gelin"in istenmediğini düşünürdüm. Ya devir değişmiş (bknz bu ay pilates out, yoga in), ya da aile dinamiklerine göre değişiyor. Ben yine de böyle ağır oturaklı bir gelin adayının tercih edileceğini düşünür ve sevinirdim! Çünkü çok oynak bir tip değilim, hem pek bir dans stilim yok, hem de genel olarak çekingenim. Ama haydi gelin oyna bakalım diye sırtınıza şaplağı yiyince 3 saat kıvırtmaktan başka çareniz olmuyor. Tam oturup soluklanacağınız anda, "aaa oldu mu şimdi, kendi nişanında oynamayacaksın da ne zaman oynayacaksın" yorumlarıyla piste geri çekilebiliyorsunuz. Tabii, diyebilirsiniz ki ne olacak zil zurna iç, oyna, kurtul! Yanlış... günümüzde bir de her hareketinizi kameraya alıyorlar, takiben 3 hafta her gelenle bir daha izleyip, koltuğa gömülme rekoru kırıyorsunuz. Önemli not: Kameraya alındığınızı hissederseniz, dik durun/yürüyün ve sevimlilik yapmayın, kamerada çirkin duruyor! Gizli çekim yaparlarsa bilemem, yırtabilirsiniz, bizde çoğunlukla herkesin sırtı çıkmış zaten =)
Bir de fotoğraf çekimi sorunu var. Bir pozda bulunan herkes kendi kamerasıyla aynı pozun çekilmesini istiyor ve daha sonra sizin fotoğraflarınızı yollayan pek olmuyor. Mutlaka kendi kameranızla da çekin! Aslı'cığıma fotoğraf çekimindeki sabrı için sonsuz teşekkürler.
Fotoğrafların tab edilmesi de oldukça külfetli bir iş. En uygun fiyatlı Eminönü'nde tab ediyorlar, benim Beşiktaş'ta yediğim kazığın haddi hesabı yok!
Bir de fotoğraf çekimi sorunu var. Bir pozda bulunan herkes kendi kamerasıyla aynı pozun çekilmesini istiyor ve daha sonra sizin fotoğraflarınızı yollayan pek olmuyor. Mutlaka kendi kameranızla da çekin! Aslı'cığıma fotoğraf çekimindeki sabrı için sonsuz teşekkürler.
Fotoğrafların tab edilmesi de oldukça külfetli bir iş. En uygun fiyatlı Eminönü'nde tab ediyorlar, benim Beşiktaş'ta yediğim kazığın haddi hesabı yok!
Hikayeye döneyim...
Nişan'dan sonra, açıkçası hiç birşey değişmedi, ne bekliyordum bilmiyorum. Mutluydum tabii ki, ama Alper nişandan hemen sonra (3-4 gün) Amerika'ya geri döndü. Ve ben kalakaldım.
Büyük bir bocalama oldu bende, çünkü Alper buraya tatile gelmişti. Her gün geziyorduk bir güzel =)
Ben de her zamanki çarçuruma geri döndüm. İlk iş gelin dergileri topladım, bu yıl gelin makyajında vampir etkisi görülüyormuş! Ne şans! Görülecek başka etki kalmamış mı? Hayır, işin komiği vampirleri severim, sağlam elemanlardır ama vampir etkisi mantıken düğün sonrası görülse daha etkili olabilir bence =) Bir de mini gelinlikler klasik karşıtı gelinlerin 1 numaralı seçimiymiş. Tabii modellerdeki bacaklar bende olsa, değil gelinlikte, günlük yaşamın her anında klasik karşıtı tercihler yapacağım.
Her dergide ve sitede belirtildiği gibi, düğün hazırşığı 12 ay önceden başlarmış. Okudum, güldüm. Burası Türkiye, futbol maçlarının tarihi bile bir hafta öncesinden belli oluyor. Değil ki evleneceğini 1 yıl önceden bilmek kaç kıza nasip oluyor bilemiyorum.
İTÜ Fest kadar meşakatli bir oragnizayondan tecrubelendikten sonra, organizasyonlar için gerekli 3 ana husus olduğunu biliyordum: 1- finansman =) (pamuk eller cebe) 2- Mekan 3- Tarih
Tabii kendi cebinizden harcamıyorsanızi genel kanının tersine, daha zor oluyor "birşeyler istemek". Hele bir de akranınız 7 saat farkla güne başlıyorsa, iyice aksak gidebiliyor işler.
Benim düğün organizasyonu işini ciddiye almam, ve kafamda evleneceğim gerçeğinin işlem görmesi birkaç haftamı aldı. Haliyle bu sürede, panikleyen büyükler, mekan araştırmasında son evrelere geldi. Ben daha pembe kaplı bir defter bulup, hayali mekanlarımı internetten lay lay lom araştırmaktayken, mekanın seçildiğini öğrenerek küçük çaplı bir pembe bulut kayması yaşadım.
Büyük bir bocalama oldu bende, çünkü Alper buraya tatile gelmişti. Her gün geziyorduk bir güzel =)
Ben de her zamanki çarçuruma geri döndüm. İlk iş gelin dergileri topladım, bu yıl gelin makyajında vampir etkisi görülüyormuş! Ne şans! Görülecek başka etki kalmamış mı? Hayır, işin komiği vampirleri severim, sağlam elemanlardır ama vampir etkisi mantıken düğün sonrası görülse daha etkili olabilir bence =) Bir de mini gelinlikler klasik karşıtı gelinlerin 1 numaralı seçimiymiş. Tabii modellerdeki bacaklar bende olsa, değil gelinlikte, günlük yaşamın her anında klasik karşıtı tercihler yapacağım.
Her dergide ve sitede belirtildiği gibi, düğün hazırşığı 12 ay önceden başlarmış. Okudum, güldüm. Burası Türkiye, futbol maçlarının tarihi bile bir hafta öncesinden belli oluyor. Değil ki evleneceğini 1 yıl önceden bilmek kaç kıza nasip oluyor bilemiyorum.
İTÜ Fest kadar meşakatli bir oragnizayondan tecrubelendikten sonra, organizasyonlar için gerekli 3 ana husus olduğunu biliyordum: 1- finansman =) (pamuk eller cebe) 2- Mekan 3- Tarih
Tabii kendi cebinizden harcamıyorsanızi genel kanının tersine, daha zor oluyor "birşeyler istemek". Hele bir de akranınız 7 saat farkla güne başlıyorsa, iyice aksak gidebiliyor işler.
Benim düğün organizasyonu işini ciddiye almam, ve kafamda evleneceğim gerçeğinin işlem görmesi birkaç haftamı aldı. Haliyle bu sürede, panikleyen büyükler, mekan araştırmasında son evrelere geldi. Ben daha pembe kaplı bir defter bulup, hayali mekanlarımı internetten lay lay lom araştırmaktayken, mekanın seçildiğini öğrenerek küçük çaplı bir pembe bulut kayması yaşadım.
11 Şubat 2010 Perşembe
İlk Adımlar
Ilık bir yaz akşamı Morgantown'daki evimizin verandasında otururken evlenme zamanımızın geldiğine karar verdik. Bir ilişkide en zor ve emek gerektiren kısmın evlilik kararına kadar geçen süreç olduğunu düşünenleriniz varsa, çok yanılıyorlar! Asıl dayanıklılık gerektiren bölüm bundan sonra başlıyor.
Erkekler için durum daha kolay olabilir ama bir kız evladın, hele ki tek çocuksa, yuvadan uçak istediğini ailesine usturuplu bir şekilde söylemesi oldukça uzun zaman alır. Doğru zamanı tutturamayan benim gibileri ise ufak kazalara, hatta hafif panik ataklara neden olabilir. Bu nedenle, tavsiyem, durum ne kadar el verişli de görünse evlenmek istediğinizi ailenize araba kullanırken değil, evde, mümkünse oturur pozisyonda söylemeniz. Babanız arabanın radyosunda oldukça dalga geçilesi bir şarkı çaldığında "bunu da düğününde çalarız artık, nasıl olsa herhalde bir gün evleneceksin" dediğinde, an bu andır deyip, "çalabiliriz, mesela gelecek ay için nikah tarihi alsam uygun olur mu?" cevabını vermeniz pek akıllıca olmayacaktır. Yine de tecrubeden yararlanmayıp denerseniz, ve aileniz kalp krizi geçirmeden kurtarırsanız, bir sürü sitem ve hayıflanma sizi bekliyor olacak.
Bu ani haberinize elbette ki sevinenler olacak, mesela aile büyükleri, hem kendi çocuklarından tecrubeli oldukları hem de hayatın beklenemeyecek kadar kısa olduğunu geç de olsa fark ettikleri için sizi ilk tebrik edenler ve bir an önce evlenmenizi temenni edenler olacaklardır.
TEKLİF, NAM-I DEĞER PROPOSAL
Hollywood'daki yaratıcı kişiler, romantik komedilerde mutlaka masalsı bir evlenme teklifi görülür. Bundan etkilenen biz kızlar, sevgilimizden özel bir günde kah lüks bir restoranda yemekten sonra, kah kırmızı güller ve keman sesleri eşliğinde (hatta havai fişek opsiyonunu da unutmayalım) romantik ve sürpriz bir evlenme teklifi bekleriz... bekleriz de bulabilir miyiz!
Bırakın romantiğini, herhangi bir şekilde teklif umudumu 17 Ekim 2009'da kaybetmiştim. Ah hayir aslinda bu doğru değil, sanirim en son Washington havaalaninda beni karşılamaya geldiğinde dizlerinin üstüne çöküp benimle evlenir misin demesini beklemiştim, (sonuçta aylarca uzaklarda yaşamıştı ve tek kişilik hayattan bıkmış olmalıydı, değil mi) evet diye haykırıp sarılacaktım ona ve havaalanındakiler alkışlayacaktı. Tabii ki öyle olmadı. Saolsun, beni cooşkuyla karşıladı o ayrı, ama teklif veya taştan eser yoktu. [Tam bunları yazarken Drew Barrymore'un Wishful Thinking filmi'nde erkek karakter, kiz arkadaşına "aa bak sürpriz bir kutu gelmiş" der, ve kız kutuyu hevesle açar, ve suratı düşer. Kutudan diş ipi çıkmıştır. Adam sevinçle haykırır, özel sipariş ettiğim diş ipi gelmiş! Kadın şoku atlatamayıp, benimle evlenmeyi hiç düşündün mü? der. İşte bu durum gerçekten böyle].
Havaalanı beklentisinin toz olup uçmasından 2-3 hafta sonra geldi evlenme kararı. Çünkü bir karardı, teklif değil. "Artık evlensek diyorum", e ben bunu 5 yıldır diyorum (sadece, içimden). Yine de buna şükrediyorum. Ve sonra bir daha konuşmuyoruz bu konuyu. Bazen acaba diyorum, duyduklarım doğru muydu, sorsam mı tekrar. Ama vaz geçiyorum, huylandırmamak lazım, ne olur ne olmaz.
Sonra uçağa atlayıp Istanbul'a dönüyorum. Yolda aklıma kendi başıma kutlama yapmak geliyor. Şampanya istiyorum, yanımdaki adam da aynısından istiyor ve hemen soruyor, neye kadeh kaldiriyoruz? Ve bana bir ton soru soruyor... kendi başıma kutlama bundan ibaret kalıyor.
Haftalar sonra Alper İstanbul'a dönüyor. Gezip tozuyoruz. Bir gün, güneşli, ılık bir kış günü, kahvaltıya Sarıyer'e gitmeye karar verdik. Hava muhteşem olduğu için börek almadan deniz kenarında oturup çay içmek istedik. Bu arada Alper'de bir tuhaflık var ama sebebini anlayamıyorum, konuşurken of pof yapıyor, hiç yapmaz. 5-10 dakika sonra ceketinin sol ust gozunden bişey çıkarmaya çalıştı, çıkarmaya çalıştığı şey ceketin gözüne zar zor sığmıştı, sonunda bordo bir kutu çıkardı ve "Benimle Evlenir Misin" dedi. Orijinal bir cevap vermiş olmayı isterdim ama "ay evet" ten öteye gidemedim. Sarıldık.
KIZ İSTEME!
Genellikle kız babaları, bir gün gelip de evlatlarının kendi yuvalarını kuracaklarını dileselerde, o gün gelince bunun çok da iyi bir fikir olmadığını düşünmekten kendilerini alamazlar. Damat adayı ya çok gençtir, ya istedikleri eğitim seviyesinde değildir, ya tipini beğenmezler, ya da türlü sebeplerden kulp takarlar. Tabii ki bütün bunları kötü niyetten yapmazlar, kızlarının evden ayrılacağını kabullenmek istemedikleri için bu süreyi uzatmaya çalışırlar. Talihsizlik bu ya, devir değişti. Çocukları evlenmeden haber veren anne babalar kendilerini şanslı saymalı.
Bizim maceramızda da, kız tarafı oldukça erken buldu evlilik kararını. Yedi yıldır tanıştığımız düşünülürse bu durumu kabullenmeleri için epey uzunca zamanları olmuştu oysa ki. Bu arada damat adayının Amerika'da olması dolayısıyla işler biraz daha yavaş gitti beklenenden. Neyse, amcalar ve yengeler yardımıyla babanın acısı ve stresi bir nebze azaltılarak zar zor bir tarih alınabildi, nişan için. 2 Ocak 2010...
Peki ya isteme ne olacaktı?
Nişan tarihi alınana kadar erkek tarafı tanışmak için akşam oturmasına gelmişti. Aslında istemeyi de aradan çıkarmak iyi olacaktı fakat kız evi naz evi diye boşuna dememişler. Kız babasının yüreğine indirmemek için özen gösterildi ve kız isteme de nişan öncesine bırakıldı.
Peki ya nişan için 4 gün kala, hem de yılbaşı kapıda, nasıl bir organizasyon yapılabilirdi? Nişan zaten ya evde olacaktı, ya da bir restoranda. Ev olursa catering hizmetinden yararlanılacaktı. Buna karar vermek için öncelikle akraba listesi çıkartıldı. Aileler kalabalık olunca eve sığmaya çalışmanın zor ve işkenceli olacağına karar verildi. Apar topar dışarıda bir mekan aranmaya başlandı. Şans eseri Ted Ankara kolejliler derneği lokali 2 Ocak için müsait bulundu ve hemen kapaatıldı.
Mekan ve yiyecek-içecek sorunu halledildikten sonra sıra geldi nişan şekerine. Evet, pek duyulmamış bir uygulama da olsa, gelen konuklara hatıra bir ufak hediye vermenin hoş olacağını düşündük ve hemen yola koyulduk. Maalesef, arabama her ay mutlaka tampondan çarpıldığı için nişan şekeri almaya giderken yolun yarısında bir de tutanak tutturmak ve en az 5 iş günü arabasız kalacağımı öğrenmek biraz canımı sıktı. Stres yaratan her olay için geçerli olduğu gibi, bu durumda da sevdiğiniz insanın sizi sakinleştiriyor olması ve genel olarak olayların olumlu yönünü görebilmesi hayati önem taşıyor. Olumlu, ılımlı ve hoş görülü bir sevgili kesinlikle insanın hayatını güzelleştirirken, tam tersi insanın ömrünü kısaltabilir. Ben çok şanslı azınlıktanım.
Nişan şekeri için Eminönü'ne gidiyoruz. Tıklım tıkış her yer. Yılbaşı öncesi herkes aceleyle hediye, süs ve erzak alma telaşında. Pek çok tabela görüyoruz "en kral" nikah şekerleri, "en kalıcı" kına sepetleri,... Hepsi birbirine benziyor, içimize sinmiyor. Artık şekerden geçtik, renk cümbüşünden karışan kafalarımız odaklanamıyor, gördüğümüz her dükkana giriyoruz merak içinde. O dükkan senin bu dükkan benim dolaşırken kendimizi eski bir hanın içinde, avludaki çeşmeye bakarken buluyoruz. Tam karşısında bir adam masaya oturmuş nikah şekeri yapıştırıyor. Yanına inip bakıyoruz, gözlerimize inanamıyoruz. gördüğümüz en sade, şık ve sevimli nikah şekeri süslemeleriyle dolu küçücük bir dükkan. Zeki sevgilim hemen soruyor, elinizde 50 tane hazır yapılmış bir model var mı? Çünkü modellerin hepsi birbirinden sevimli, ne olsa alacağız. Şansımıza pek güzel minik, sarı papatyalarla süslenmiş, lavanta kesecikleri hazırmış, arkalarına mıknatıs yapıştırmasını rica ediyoruz. Böylece davetlilerin buz dolaplarını süsleyebilecek sarı papatyalarımız. Bize bir koli içinde getiriyor dükkan sahibi, hediyelerimizi. Anneannemin yılbaşı için verdiği harçlık nişan hediyelerine dönüşüyor. Koliyi açıp saymıyoruz hediyeleri. Dükkan sahibinin eşi de koşarak geliyor, Ilgın... Alper... sizi çok sevdim, siz ne tatlı bir çiftsiniz... bizim de oğlumuz var, darısı başına diyor. Ablam veya kardeşim olup olmadığını soruyor ve tek çocuk olduğumu duyunca biraz üzülerek defalarca sarılıyor bize. Birbirinizi üzmeyin, kırmayın diyor.
Kolimizi alıp nazar boncuğu avına çıkıyoruz Tahtakale'de. Masalara serpiştirmek için ufak nazarlıklar arıyoruz fakat baktığımız yerlerde nazar boncuğu boyutunu tutturamıyoruz. Yorgunluk ve trafik durumunu düşünerek tamponu vuruk arabamıza koşuyoruz. Dönüş yolunda Beşiktaş'a sapmak yerine Mecidiyeköy trafiğine girme gafletinde bulunuyorum. 3 saatte Eminönü'nden Levent'e ulaşıyoruz. Tampon tampona trafikte daha fazla çarpılmadan kurtulduğuma şükrediyorum.
Ertesi gün önce pastayı sipariş ediyorum Venüs Pastanesi'ne, daha sonra elbise bakılacak, zor bir gün. Alper sabah annesiyle takımını alıyor. Benim ise 2 ayda 4. kez telefonum bozulduğu için, onlarla planlanandan geç buluşabiliyorum. Nişantaşı'nda birkaç butik geziyorum. Kabus, hem fiyatları hem modelleri tanımlamaya yetebilir sanırım. Bir bayan olarak alışverişe meyilli olduğum için bu denli çok mağaza gezip elim boş çıkmak oldukça moral bozucu. Aklıma gelen her yere bakıyorum, yok yok... Sade bir nişan elbisesi bulmak bu denli zor olmamlı. Max Mara'dan tutun Roberto Cavalli'ye, Zara'dan ufak butiklere kadar her türlü mağazayı deniyorum. Bu arada telefonum tamamen kararmadan son bir kere daha çalıyor, Alper'le buluşuyoruz. BCBG Max Azria'ya götürüyorum onu. Elbise denemeye başlıyorum. Uzun elbise istemediğim halde BCBG'nin kısa modellerini giymek cesaretin dışında meziyetler gerektiriyor. 5-6 elbise denedikten sonra ben altın rengi bir elbisede, Alper ve kayınvaldem mor elbisede karar kılıyorlar. Altın rengi elbisenin fermuar yerinde bir bombeleşme var, tuhaf duruyor. Satışı gerçekleştirmeye çalışan hanım yok efendim olur öyle elektriklenme diye geçiştirmeye çalışıyor ama kayınvaldem elbisenin bir bölgesinin başına bir iş geldiğini fark ediyor. Elbise bir daha ütüleniyor, nafile. Mor elbisenin ise göğüs dekoltesi beni düşündürüyor. İçime sinmiyor hiç biri.
Oradan çıkıp hemen aşağısındaki Beymen Blender'a giriyoruz. Adımımı atar atmaz hemen solda asılı mor elbiseyi görüp çığlığı basıyorum. 2 gün önce rüyamda gördüğüm elbisenin aynısı (sadece ben altın rengi hayal etmiştim!). Hemen atılıyorum denemek için. Tam da benim bedenim, nasıl uyuyor bedenime. Elim etiketine gidiyor ve dona kalıyorum. Gümüş harflerle D&G yazıyor, fiyatını siz tahmin edin! Ümitsizce soruyorum satış danışmanına, indirime girme olasılığı nedir?
Şansıma ertesi gün bazı ürünler indirime giriyormuş, fakat hangi ürünlerin gireceği belli değilmiş. Rica ediyorum, bir gün bana ayırıyorlar mor elbisemi. Gece bütün kalbimle diliyorum elbisem yıldızlı ürünlere dahil olsun diye, ne de olsa ben Alper'i bulacak kadar şanslı bir teraziyim.
Tabii heyecandan uyuyamıyorum. Sabah zar zor 10'a kadar sabredip mağazayı arıyorum. Maalesef ürünümüz indirime girmedi hanımefendi diyor telefondaki ses. Azad ediyorum elbisemi. Ama etraftaki herkese de anlatıyorum, rüyalarımın elbisesini çat diye buldum diye. Birinin elbisemi alıp evime postalamasını hayal ediyorum. Lütfen, neden olmasın? Filmlerde hep karşılaştığımız şey...
Ama olmuyor, kimse elbisemi almıyor. Yılbaşından bir gün önce apar topar küçücük bir mağazadan alıyoruz petrol mavisi uzun bir elbise. Yalnız elbise çok uzun geliyor bana, topuklarla bile. Terziye koşuyoruz, Nuri abi ne olur yetiştir elbisemi 2 Ocak'a, yarın elbiseyle giyeceğin ayakkabıyı alır gelirsin diyor, boy alırız. Başları da o kadar kalabalık ki üzülüyorum acele iş getirdiğim için. Annem daha sonra akıl ediyor, koş topuklu bir ayakkabı al Park Bravo'dan ve hemen ölçüsü alınsın elbisenin yoksa yetişmez diyor. Tesadüf o ki, ne Park bravo'da Ne Nine West'te ne Elle'de topuklu ayakkabı bulamıyorum ayağıma uyan. Yılbaşı öncesi her şey kapışılıyor Nişantaşı'nda. 5-6 mağazaya koşturuyorum, yok. Sonra geri Park Bravo'ya dönüyorum, neden bilmiyorum. İçeri adımımı atar atmaz, hanımefendi diyor bir satış danışmanı, arkanızdan bağırdım ama duymadınız, size 39 numara abiye ayakkabı buldum depodan. çocuklar gibi seviniyorum, ağlamama ramak kalmışken. Ayakkabıları kapıp terizye koşuyorum, saat akşam 6. Terzide bir düzine bayan, bağırış çağrış elbiselerini kapmaya çalışıyor. Ben de yaklaşık 45 dk bekledikten sonra ölçüm alınıyor ve elbiseyi de bırakıp kendimi dışarı atıyorum. Yılbaşı ertesi herkes tatil, nasıl yetişecek elbisem 2 ocağa bilemiyorum ama ellerinden geleni yapacaklarına eminim. Nişan ayakkabımı 2 ay önceden almıştım zaten, taşlı bir Nine West, önü açık metalik simli. Gerçi bir seçenek de o gün alıverdiğim ayakkabıları giymek. Neyse elbise yetişirse ayakkabının sorun olmayacağını bilmek güzel.
Büyük amcamın 60. yaş dönümünü de kutlamak için toplanıyoruz yılbaşında. Amcamlar, yengemler Alper'le tanışmak istiyorlar, o da kırmayıp bizimle geçiriyor yeni yılı. Yılbaşı çok güzel geçiyor. Alper'le hep çok rahat ve mutluyum zaten. Beni o kadar çok güldürüyor ki, şuh kahkahalar atıyorum yanında.
1 Ocak heyecanlı geçiyor. Masa süsü almayı unuttuğumu fark ediyorum. Öğlen Maslak Mudo'ya yetişiyorum. Yılbaşı temalı, şahane mumluklar, boncuklar, kuru çiçekler var. Koca bir sepeti dolduruyorum kozalaklı mumluklar, kadife çiçekler ve gümüş boncuklu dallarla.
2 Ocak gelip çatıyor. Aylar önceki kabusumdaki kadar korkunç görünmediğime şükrediyorum. Annemle kuaföre gidiyoruz. 2 yıldır saçımı kendim kestiğim için kuaförden azar işitmeyi beklerken Bayram abinin neredeyse gel benimle çalış, yeteneğinden faydalanalım demediği kalıyor. Yine de kırpılmaktan kurtulamıyorum. Bana teşekkür edeceksin, bu saç kesimini neden daha önce kullanmamışım diyeceksin diyor Bayram abi, kendinden emin. Ben de pişman olacağımdan eminim! Kesim bittikten sonra çok tarz olduğunu düşünen bir delikanlı elbisemin tipini soruyor. Sonra da hazırlıklı gelmiş olduğum halde (istediğim saç kesiminin fotoğrafını basıp getirmiş olmama rağmen) beni dinlemeyip "bayılacaksın", "yemeğin en havalı kızı olacaksın" nidalarıyla bir saç yapıyor. Yüzümdeki dehşet ifadesini gören Bayram abi koşuyor, "sen şimdi abartılı saçlara alışık değilsin ya, garip gelmiştir" diyor ve ekliyor, "o senin istediğin saç modelleri bu yağmurda yarım saat bile dayanmaz". .yapacak birşey yok, çok şükür beni her türlü cadaloz saç modeliyle seven bir adam var, benim kendimi sevemediğim günlerde bile. Annemin saçı da yapılıyor hemen yanımda, bakıyorum moralim düzeliyor. İleride anneme benzersem ne kadar şanslı olacağımı düşünüyorum.
Kuaförden terziye koşuyoruz. Şükürler olsun ki yetiştirmişler. Hemen eve dönüyoruz. Saçım at kuyruğu olduğu için her ne kadar istesem de şöyle iki seksen uzanamıyorum. Müzik işini de halletmem lazım. Yemek sırasında çalmak için CD hazırlıyorum. Annem, anneannemin saçını ve makyajını yapıyor. Yardımını isteyip istemediğimi soruyor, herşey kontrol altında diyorum. Elbisemi giyip makyajımı yapıyorum. Saçlarım kaabus gibi, kendimden ürküyorum. Gerçekten fikrini söyleyecek adam da yok ki etrafta, herkes çok güzel olmuş, çok yakışmış diyor klasik.
Günün sürprizi, kız isteme... Kayınpeder babamı fena gafil avlıyor ve "allahın emri peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz" diyor. Babam da "gençler anlaşmış, allah mutluluk versin" diyor. Ben içimden mutluluk ve akıl fikir versin diye ekliyorum. Bu arada uzun elbisemin altında peluş terliklerim var çünkü ayakkabılarıma giymeye fırsatım olmadı herkes aynı anda gelince.
Kahve hazırlamaya benim arkamdan Ayşe yengem ve Aslı geliyor. Zaten açık mutfak olduğu için hiç de uzak kalmamış oluyoruz içerideki muhabbete. Herkes gayet samimi ve kaynaşmış durumda. Bu arada Alper'e nasıl bir güzellik yapsak, kahvesine tuz atsak mı atmasak mı düşünürken, Aslı kahveye bolca kırmızı biber dökmeyi öneriyor. Sonuçta hiç birini uygulamaya gönlüm el vermiyor ve sevimli sevgilime sade türk kahvesi götürüyorum. Gelen çikolatayı da tutmak adettenmiş hanımlar, unutmayın!
Biraz daha fotoğraf çektirip lokale gidiyoruz.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)